KAVRAMLARIN KESİŞİM KÜMESİ
İnsan, düşünen bir varlıktır. Düşünce soyut bir olgu iken onu görünür kılan kavramlardır. Kavramlar düşüncenin ete kemiğe bürünmüş halini, elbise giyinmiş şeklini ifade eder. Denilebilir ki kavramlarla düşünme faaliyeti bir disipline kavuşur ve meram olarak ortaya çıkar. Fikir serdetme, şiir yazma, metin inşa etme, medeniyet oluşturma, kültürü üretme ve taşıma, sanatı doğurgan kılma hep kavramların yardımıyla mümkündür. Kavramlar, seslerin bir araya gelmesiyle ulaşılan armoni olduğu kadar üzerinde bir toplumun ittifak ettiği anlam haritalarıdır da. Aynı kavramları kullanarak düşünen ve konuşan insanların ilk anda ortak bir zihin dünyaları olduğu varsayılabilir. Ne var ki teorideki bu durum, uygulamada her zaman kendini göstermez. Her konuşan, karşısındakinin kendini anlamadığı kanaatini haklı olarak bir tespit olarak dillendirir. Bu dillendirme doğru olmasına doğrudur ama sebep değil neticedir. İletişimi engelleyen ana faktör, konuşan ile dinleyenin ortak bir anlam dünyası içine girememiş olmasıdır. Kavramlarda ve anlam dünyasında birliktelik sağlanamayınca seslendirilen kelimeler aynı olmasına rağmen bir kör dövüşü başlar ve anlaşma gerçekleşmez.
Toplum olarak özellikle son 20 yılda hatırı sayılır sayıda iletişim kanallarına sahip olduk. Gazetesinden televizyonuna, dergisinden bültenine, sinemasından yayınlanan kitabına kadar yaşanan bu gelişmelere rağmen kendi içinde büyük birliğini sağlayan bir millet olabildiğimiz söylenebilir mi? Kuşku yok ki bu soruya kahir ekseriyetimiz gönül rahatlığıyla “Evet!” demekten çok uzağız. Hepimiz konuşuyoruz konuşmasına ama yine de bizi başkalarının anlamadığından yakınıyoruz. Tamam, dinleyici kalitemizde de sorunlar var; fakat asıl mesele kanaatimizce ortak kavramlarımızın kıtlığında gizli. Milletçe yeknesak bir muhayyilemiz yok ve kavramlar yönünden algılarımızda bütünlük bulunmuyor. Birimizin A dediğini diğerlerimiz pekâlâ B olarak anlayabiliyoruz. Kelimelere yüklediğimiz manalarda farklılık olunca iletişimin gerçekleşmesi de güçleşiyor. Siyasi ve ekonomik sahada olsun, dini ve tarihi alanda olsun, dış politikada ve sanatta olsun, geçmiş değerlendirmemizde ve gelecek planlamamızda olsun uyuşmazlığın temel nedeni olarak aynı kelimelere birbirinden çok uzak anlamlar yüklememizdir.
Demokrasi ve yönetim, din ve laiklik, seçimlerin sonuçları, vergilendirme sistemi ve tarihi nasıl okumalıyız; gelecekte ülkemizin alacağı yer, eğitimin dinamikleri, teknoloji ve insan ilişkisi vb. konularda bile sokakta rastgele yapılacak bir anketin sonuçları bize kavramlarda bir kesişim kümesi oluşturamadığımızı göstermeye yetecektir. Asgari müşterekten azami birlikteliğe ulaşamazsak büyük sorunlarımızı çözmemiz imkân dâhilinden çıkacaktır. Üstad Mustafa KUTLU’nun “Ya Tahammül Ya Sefer” adlı bir kitabında da anlatmaya çalıştığı üzere uzun bir yolu birlikte yürümeyi göze almış bir toplumun tahammül katsayısını güçlendirmesi hayati öneme haizdir. Her bir ferdi bu seferde aynı kilimin farklı desenleri olduğu inancını yitirmeden hareket etmelidir.
Dünyaya, insana, üretime, ekonomiye, paylaşıma, sosyal ilişkilere soldan yaklaştığı iddiasında olan insanlarımıza baktığınızda sanki hayata soldan bakmak dine mesafeli olmayı gerektirirmiş algısını satın aldıklarını görmekte zorlanmayız. Bir anlamda aydın olmanın ölçüsü dine ve dindarlara karşı koyduğunuz mesafenin büyüklüğü ile doğru orantılıdır bu bakışa göre. Aynı şekilde yukarıda çalakalem sıralamaya çalıştığımız meselelere sağdan baktığını kabul eden vatandaşlarımız açısından dindar olmanın olmazsa olmazı sağda yer almaktır. Bunlara göreyse kendini solda olarak tanımlayan birisi dindar olamaz yahut da böyle bir iddia kuşkuyla karşılanması gerektiğinden her zaman sorgulanmaya muhtaçtır. Oysa bilmemiz gereken çok basit bilgi, üretim ve ona bağlı ilişkilerle dini değerlendirmelerin aynı çizelgeyle tam olarak açıklanamayacağı gerçeğidir. Mutlaka üretim konusunda dinin de net bir hükmü bulunmaktadır ama her mesele kendi skalasında ele alınmak zorundadır. İdeolojiler ayrı, din ayrı, mezhepler ayrı, spor ayrı… Eğer bu sağlanabilirse kavramlar yerli yerine oturacak ve toplumsal ilişkilerimizin ayağı yere basacaktır.
Büyük Fotoğraf’ın kanaati, toplum olarak kavramlarda uzlaşmadan, bir kesişim kümesi oluşturmadan, sonrasında ise bu kümeyi büyütmeden ülkede ve bölgede kalbi birlik ve ruhi ahengimizi garanti altına almanın mümkün olamayacağı yönündedir. Bunun için çevremizde yeterince tecrübe var: Irak, kapı komşumuz; Suriye burnumuzun dibinde olanca enkazıyla duruyor. Mısır’da olanlara bir de kavramlarda uzlaşmanın olmaması açısından bakalım. Tüm Ortadoğu bu gözle yeniden tahlile muhtaçtır. Her ne kadar ölen de öldüren de “Allah ü Ekber!” nidalarıyla göğü inletiyorsa da tekbire yüklenen anlamlarda ciddi farklılıklar bulunuyor. Ders almak için her sorunu ille de yaşamak gerekmiyor.
v ÇAĞRI: Cumhurbaşkanı adaylarından son hafta televizyon programları hariç seçim çalışmalarını askıya alıp bunun için ayırdıkları masrafları Türkmen ve Filistinli çocuklara göndermeye davet ediyorum.