GÜNÜMUZUN ABDULLAH CEVDETLERİ
Cumhuriyetin kuruluş yılları ve yeni Türkiye’nin inşası ile ilgili bilgi sahibi herkese Abdullah Cevdet ismi yabancı değildir. Peki kimdir bu Abdullah Cevdet?
Türk milleti Kurtuluş savaşı da dahil olmak üzere birçok savaşlara girmek zorunda kalmış ve bu savaşların bir kısmını kazansa da, bu savaşlarda bir çok can ve mal kaybı olmuştur.
Her alanda yaşanan geri kalmışlık milletimizin özgüvenini zedelediği gibi, aydın geçinen bazı okumuş yazmış tiplerde özgüven eksikliği tavan yapmıştır.
Bu milletin muhteşem mazisini idrak edemeyen, geri kalmışlığımızın sebeplerini doğru teşhis edememiş tiplerden biri de kendini aydın sınıfından gören Abdullah CEVDETTİR.
Bu meşhur Abdullah CEVDET işi o kadar ileriye götürür ki M. KEMAL'E " TURK IRKI BOZULDU, MELEZLEŞTİ, GERİ KALMIŞLIĞIMIZ DA BU BOZULMADANDIR, ONUN İÇİN ARITURK IRK OLAN, MACARİSTAN'DAN DAMIZLIK ERKEK GETİRTİP BİZİM KADİNLARLA BİRLEŞTİRELİM" diye Akil verir. M.Kemal de bu kadarı da fazla deyip, akıllara ziyan bu fikri reddeder.
Değerli dostlar, her donemin bir Abdullah Cevdet’i var dedik ya, bu Abdullah Cevdetleri her alanda görmek mümkün aslında.
Kendine özgüveni olmayan, ilişkileri karmaşık, içinde bulunduğu davanın değerini ve büyüklüğünü dille telaffuz etmekten başka becerisi ve yeteneği olmayan, eylemsel olarak bir farkındalık ve sinerji oluşturamayan tiplerin Abdullah Cevdet misali davranışlarını her alanda ve her donemde görmek mümkün aslında.
Davasını iyi idrak etse ve ayni zamanda davasının dinamiklerini harekete geçirse çok daha başarılı olacak aslında.
Fakat ne mümkün, öyle yapmadığı gibi girdiği bütün ilişkiler şahsi çıkara dayalı ve şahsi çıkarlarına engel gördüğü herkesi budamaya kalkıyor.
Herkesi birbirine düşürmekte ve fitne fesat tohumları ekmekte üstüne yok.
Her kesimi kucaklayıp, dava için yeni filizler yetiştirmek yerine, o filizleri kırıp, ortalığı darmadağın ettikten sonra, hem kendini ve hem de durumu kurtarmak için Abdullah CEVDET misali damızlık erkek avına çıkıyor.
Şimdi böylelerine ne demek lazım. Sirtini dayamış koca bir davaya, bir de mücahit geçiniyor. Ağzından hiç düşürmez unlu Türk büyüklerini. Bir de ağzına yakışsa.
Hal bu ki yapılacak iş o kadar zor değil. Biraz samimiyet, biraz bilgi, biraz dava şuuru gerisi gelecek. Ama niyeti bozuk kesin de, cibilliyeti de bozuk mu onu bilmek mümkün değil.
Ortalığı dağıtıp fitne fesat tohumlarını her kademeye ektikten sonra kurtarıcı aramaya, güya adam avına çıkıyor.
Bir söz vardır " Dinime söven Müslüman bari olsa". Bir kötülük yapanı eleştirmek için söylenen bir söz. Buldukları da kendilerini adam yerine koysa bari.
Her turlu aşağılanmayı ve hakareti ruhlarının derin köşelerinde içselleştirmiş tipler, kendilerini kurtaracak adam bulma peşindeler. Buluyorlar da zanan zaman.
" Sen adam değilsin, senden geçi çobanı olmaz" ve daha nice hakaretler. Vatandaş bu sözleri büyük bir övünç kaynağı gibi görüyor sanki de gel bizi kurtar birader diyor.
Bu tiplerle de dernek yönetmek bu kadar oluyor işte. Ortalığın durumundan belli ne kadar başarılı oldukları.
Hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş yalan ve entrika. Hem de hiç kızarmadan becerebiliyorlar bu işleri. Bu kadar mesafe katletmek kolay olmasa gerek o alanlarda.
Hal bu ki bu kadar mi zor, biraz dürüst olmak, davaya sahip çıkmak, entrika ve yalandan uzak olmak?
İnsanları birbirine düşürmeden ahlaki bir rekabet içinde olunamaz mı. İnsan hiç mi kendinden öncekilerin hallerinden ve içine düştükleri durumdan ders almaz.
Bu kadar hırs, kin ve nefret neyin nesi Allah aşkına?
Bu dünyayı götüren var mi ki de bu kadar mal mülk ve dünya ihtirası peşinde koşulur?
Nerede bir şaibeli iş ve tip varsa dibinde bitivermek şartmı tosuncuk Allah aşkına?
Aslında çözüm gayet basit ve anlaşılır. Kurtuluş için kendi özümüze, iç dinamiklerimize dönmek. Her kesimi kucaklamak.
Armutları, elmaları, hıyarları birbirine karıştırmadan, ayakkabıyı ayakkabılığa koyarak, oturma odasına değil.
Kiminle düşüp kalktığımıza dikkat ederek. Hazinenin anahtarlarını kime teslim edeceğimizi bilerek.
Yeniliğe ve eleştiriye açık olarak. Neden varız sorusuna doğru cevap bularak.
Bu dava bana ne verebilirden ziyade, ben bu davaya ne verebilirim diye yola çıkarak.
İçimiz hak ile, dişimiz halk ile sözünü düstur edinerek.
Tanınırlığımız hinliğimizle değil, bilgimizle, ahlakımızla, güvenilirliğimizle olmalı.
Ah tosuncuk şöyle tebdili kıyafetle halk arasında bir dolaşsan tosuncuk lakabını fazlasıyla hak ettiğini sen de göreceksin.
Aslında tosuncuk suç sen de değil. Suç Medine hurmasını getirip, hiç uygun olmayan bir iklimde yetiştirmeye kalkanlarda.
Bilirsin tosuncuk her iklimde her hıyar yetişmez. Uygun olmayan iklimde zorla hıyar yetiştirmeye kalkılırsa gördüğün gibi böyle hıyarlar yetişiyor da milletin ağzının tadı bozuluyor.
Tosuncuk olmaktan ve öyle bilinmekten memnun isen bir diyeceğim yok. Ama tosuncukların sonunun pekiyi olmadığını bilmeni isterim. Neden mi onu da gelecek yazımıza bırakalım.
GORUYORSUN DEĞİL Mİ TOSUNCUK, TOSUNCUK OLMAK YETMİYORMUŞ GİBİ, BİR DE ABDULLAH CEVDET OLUVERİYOR İNSAN.
Selam ve muhabbetle
Av. Ramazan YILDIRIM