TEKLİF YAZILARI / MEHMET
UÇAR (mehmetucarcem@hotmail.com)
KALFA ve USTA
2003 Ağustos'unun ortalarıydı. Muğla
Anadolu Öğretmen Lisesi'nin o eski ve soğuk dehlizlerinde yazın sefasını
sürerken kara yağız bir delikanlı(!), elini elime uzatıyor ve odamı şenlendiriyordu:
'Selamün aleyküm birader! Ben Osman
KOFTU, Fethiye Mehmet ERDOĞAN Anadolu Lisesi Müdürü. Muğla'ya ortağımı ziyarete
gelmiştim; adını duyunca ziyaret edeyim dedim.' Çay bardağının ince belinde
ellerimiz, dudaklarımızdan dökülen sıcak
sözcüklerle derin bir dostluğun temellerini atıyor olduğumuzu o zaman dahi,
ikimiz de hissediyorduk. Öyle ki sesinde
barındırdığı tokluğu, sonraları, ruhundaki
asalete, dünyanın birçok coğrafyasını bizzat görmüş olmasına, olayları
yukarıdan okuyabilme kapasitesine ve Müslüman bir Türk'ün taşıması gereken
gelenek ile tüm tarihsel mirası inancıyla harmanlamış olmasına verecektim.
2010 Yılı başına kadar ona,
2000 senesinde, Mehmet ERDOĞAN Anadolu Lisesi'nin ilimizdeki marka değerinden
mütevellit, okuluna öğretmen olarak tayin istediğimi; ve fakat dilekçemin arada
kaybolduğunu söylememiştim. Kader!.. Aynı
okulda yapabileceğimiz çalışmaları, tatlı bir rekabet içinde farklı iki kurumda
yapıyorduk. Onun liderliğinde Mehmet ERDOĞAN Anadolu Lisesi'nin Muğla eğitimine
yaptığı katkılara biz de Muğla Anadolu Öğretmen Lisesi'nde destek veriyorduk. Sonrasında,
Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü ise seleflerinin aksine kuru lafın değil; icraatın mühim olduğuna vurgu
yapan adeta bir mühürdü. İddiam odur ki bir gün Fethiye/Muğla eğitim tarihi
yazılacaksa, ki yazılmalı, Mehmet
ERDOĞAN Anadolu Lisesi ve onun virtüözü
Osman KOFTU ismi, bu varaklarda yerini altın harflerle alacaktır. Gönüllerde çoktan aldığı gibi...
2010 Şubat'ında Ömer ÖZYER
Anadolu Öğretmen Lisesi Müdürlüğü'ne maceralı bir süreçten sonra atandığımda, 'Kardeşim, seni tebrik ederim; mücadelen
için de ayrıca kutluyorum!' cümleleriyle bir anlamda kalbinin sıcaklığını
kalbime akıtıyordu. Ve can paresi kızı, öğrencim oluyordu. Uzun yıllar dışarıda
yaşamış birisi olarak Fethiye'ye dair ilk sağlıklı bilgileri, kapıkulluğunu
reddeden diğer birkaç kamil dostla birlikte kendisinden alıyordum. İlçemiz eğitiminin genel durumu ve
sorunları ile çözüm önerileri, şehirde meskun insanlarımızın tahlili, bakanlığımızın
yerel hiyerarşisindeki ilişkiler... Hepsi, ama hepsi çok öğreticiydi. Verdiği
engin bilgilerle, bendeki bir türlü kabına sığmaz ruh coşkusunun onda sükuna
ermiş bir kararlılığa dönüştüğüne çok sonraları vakıf olacaktım. Şunu ifade
etmeliyim ki O, Fethiye'nin dışına
çıkmayı başarabilmiş, yakinen tanıdığım nadir Fethiyelilerden birisiydi. Demek ki kalfa ile usta farkı bu olmalıydı.
Derken yıllar içindeki eğitimden siyasete, spordan sanata,
tarihten felsefeye, milliyetçilikten din anlayışına, tarih şuurundan gelecek
vizyonuna, nesillerin taşıması gereken olmazsa olmaz niteliklerden kamu
yönetiminin gerçekleştirilmesindeki temel ilkelere, ekonominin ana lokomotifinden dünyanın gidişatına, küreselleşmeden bölgesel
sorunlara, çevre bilincinden insanın varoluş gayesine, ülkemizin istikametinden
kronik meselelerimizin halline, ticaretin öneminden bir özel okul kurma
hayallerine, bağımsızlığın ne demek olduğundan ülkemizin dünyadaki yerine, tahammülden
sabra, vakur duruştan değerleri için bedel ödemeye kadar yaptığımız o sohbetler, bizi birbirimize biraz daha kenetliyordu. En az sevinçler
kadar acılar da insanları birleştiren insani olgulardı ve biz, son MEB yönetici
kıyımı sürecinde birbirimize söz veriyorduk; kim görevde kalırsa diğerinin
yanında yer almak adına istifa edecektik. Buna gerek kalmıyor ve ikimiz de aynı
mülteci treninin vagonlarında yerimizi alıyorduk. Ha, trajikomik yönetici mülakat
komisyonundaki o asil manifestomuzu bir
gün tarih yazacak; ehline malum Usta!
Hani onunla çalışmak
isteyen genç bir öğretmen olarak bunun içimde bıraktığı burukluğu daha evvel
aktarmıştım ya; şimdi bu da gerçek oluyordu. Artık aynı öğretmenler odasında
olmanın iç huzuruyla sırt sırta verip 'ülkemiz
ve insanlık için paralel ideallerin ışığında daha fazla insan aydınlanabilsin
diye' kalfa/usta beraber yol alacaktık. Ve biz, Malta'nın fikir sürgünleri mi desem, kürek mahkumları mı, yoksa
özel görevli öğretmenler mi, dinin dünyevi menfaatler için fütursuzca istismar
edildiği bir ortamda o en çok ihtiyacımız olan dindar bir nesli yetiştirmek
için aynı yola revan oluyorduk. Esasen Ocak'ta veda etmeyi düşündüğün
sınıflara, sırf bize biraz daha enerji verebilmek için, bir Öğretmen Okulları'nın Kuruluş Yıldönümü olan 16 Mart'a kadar girmeye
devam ettin. Az ya da çok alma nasibi olanlar, senden son derslerini aldı Koca Çınar! Her şey için, ilçemiz namı
hesabına, milletimiz ve insanlık adına teşekkürler!..
Ülkemizde, her alanda özellikle de
eğitimde, 'ayakların baş, başlarınsa
ayak olduğu' bu günlerde, madem
gidiyorsun, ne deyim, yolun açık olsun! Bak, şair Mehmet ÇINARLI nasıl terennüm ediyor: "Saçlar ağardı, sanma ki yaşlanmışız gülüm/Vallahi neyse sendeki
hoşlanmışız gülüm." USTA, emin
ol, sen yokken hep bir şeyler eksik kalacak; varken tastamam olduğumuz gibi... Sen
gelince nasıl umutluysak; gidince bir o kadar hüzünlüyüz. Ne kadar da manidardı o veda cümlen: 'Unutma, gönül telimizde bizden başkasının bestesini çalamazlar!' Amenna!..
Cenabı Hak, sevdiklerinle birlikte sağlıklı, huzurlu ve rızasına uygun
bereketli bir ömür verir İnşa ALLAH!..
Amin!.. Hürmetler Dostum!.. Selam ve Dua
ile...