TEKLİF YAZILARI / MEHMET
UÇAR (mehmetucarcem@hotmail.com)
ÇOK GÜZEL HAREKETLER BUNLAR
Akşamları yemeğimi yedikten sonra
şöyle koltuğuma kurulup televizyonda izlediğim iki tiyatrodan biri, Yılmaz ERDOĞAN
yönetimindeki tecrübeli tiyatrocuların yenilerle birlikte sahne aldıkları "Çok Güzel Hareketler Bunlar"; diğeriyse
Ali SUNAL ve arkadaşlarının şaheseri "Güldür
Güldür".
Ama bazen tiyatro izlemeyi bir kenara
bırakıp güncel gelişmelerin ışığında komedi, trajedi yahut da dram niyetine siyasilerin
açıklamalarını takip ettiğim olmuyor değil. İşte böyle günlerin içinden
geçiyoruz ve kusura bakmasınlar bu ara, siyasi oyuncuların doğaçlama
tiratlarından tiyatroya zaman ayıramıyorum.
Hadi hep beraber gözlerimizi etrafımızda
olup bitenlere çevirelim: Başbakan Yardımcısı Yalçın AKDOĞAN, önce izleme
komitesi diye bir şey yok, külliyen yalan derken daha sonra ise HDP'nin
kendisini cesaretlendirmesiyle(!) izleme
komitesinin 5-6 kişiden oluşacağını ve bazı isimleri açıklıyordu.
Devletin başı sıfatıyla
batı kentlerimizden Balıkesir'de konuşan Cumhurbaşkanı, ilkin, ülkemizde Kürt
sorunu diye bir şeyin olmadığını açıklıyor; birkaç gün sonra da doğuda, Kars'ta,
Kürt kardeşlerimin bazı sorunları var, şeklinde bir bakıma düzeltme yapıyordu. Vatandaşlar
da haklı olarak soruyordu, böyle bir sorun var mı, yok mu diye. Eğer yoksa bu, çözüm süreci adı altında
yürütülenler de neyin nesiydi?
Sayın Cumhurbaşkanı, daha
bir kaç ay evvel teşekkür amaçlı yurt gezileri kapsamında yürüttüğü Şanlıurfa
ziyaretinde halka hitap ederken 'Kobani
düştü düşecek!' biçiminde konuşurken Başbakan ise Batman'daki parti
kongresinde 'Serok Ahmet!'
tezahüratları arasında Kobani'ye selam söylüyordu.
Yine Sayın Cumhurbaşkanı,
Merkez Bankası Başkanı Erdem BAŞÇI'nın faiz politikaları nedeniyle önce ihanet
içinde olduğunu ve kime hizmet ettiğini açıklaması gerektiğini belirtirken hemen
ardından Başbakan Yardımcısı Ali BABACAN ve kendisiyle görüştükten sonra şimdilik
meseleyi tatlıya bağladıklarını beyan ediyordu. Bu tatlı, millete acı olarak yansımıyor mu diye sormak kimseni aklına
gelmiyordu?
Sayın Cumhurbaşkanı, Ukrayna
gezisi öncesinde havaalanında izleme komitesinden haberinin olmadığını ve hem
Dolmabahçe açıklamasını hem de bu girişimi doğru da bulmadığını basın
aracılığıyla ilgililere iletiyordu. Peşinden Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ,
cumhurbaşkanının her şeyden haberinin olduğunu ve dilediği zaman da kendisine
bilgi sunulduğunu ifade ediyordu. Bu defa Cumhurbaşkanı, ben konu mankeni miyim, deyince yurttaşların endişesi, hani sürecin arkasında devlet vardı,
tarzını alıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin
bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa öyle yönetilmesini dile getiren Reis-i Cumhurumuz,
ya şirket iflas ederse bizi hangi tehlikelerin beklediğini paylaşmıyordu.
Üstelik bizde şirket sahiplerinin kendi şirketlerini bazen bile isteye
batırdıkları deneyimi hafızamızda canlı iken ve bir de şirket hisseleri
yabancılara açık borsada işlem görürken bu teklif, açıkçası insana çok da sıcak
gelmiyordu.
Başladığında Ergenekon
davasının savcısı olduğunu bizzat kürsüden ilan eden Sayın seçilmiş Cumhurbaşkanı,
geçen haftalarda akademide askerlere yaptığı konuşmada kendisi dahil tüm yetkililerin
aldatıldığını, tutuklamaları onaylamadığını ve vicdanının sızladığını vurguluyordu.
Kısa süre sonra eski Genelkurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ ise her şeyin orta yerde
cereyan ettiğini, bu değerlendirmeleri doğru bulmadığını, söze değil eyleme
bakmak gerektiğini, milletin yaşanan her şeyi gördüğünü paylaşıyordu.
Görevden ayrılmazdan
evvel eski İçişleri Bakanı Efkan ALA da, mer'i anayasayı kabul etmediğini ve
tanımadığını hem de meclis kürsüsünden millete haykırıyordu. Gariban halkımız
da adı geçen bu bakanın yasal dayanaktan mahrum kalan bakanlık süresinin yok
hükmünde olup olmadığını merak ediyordu.
Biz tam da oyunun
sonuna geldiğimizi zannettiğimiz anda devreye Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih GÖKÇEK devreye giriyor ve ezberlediği replikleri twitter
hesabından makineli tüfek gibi Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ'a yöneltiyordu. Tiyatronun sona doğru
hareketlenen çatışma kısmında seyirciler, Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent
ARINÇ'ın karşı atağını ve nispeten öldürücü darbelerini izlerken 'reklam arasının sona erdiğine' dair her
şeyi ise havuzdan ayrılmayı kafasına koyan gazeteci Abdülkadir SELVİ özetliyor
ve 'büyünün bozulduğunu' ilan
ediyordu.
Görüyorsunuz bu ülkede,
gözünüzü tiyatrodan alıp da siyasilerin irticalen yaptıkları tuluatlara azıcık kulak
verdiğinizde Yılmaz ERDOĞAN'a bir
sürü yeni oyuncu adayının göz kırptığını fark ediyordunuz. Hatta sahnede rol
alan aday adayları o kadar fazla idi ki bu meydandan 'Güldür Güldür' için Ali
SUNAL'a dahi yeni simalar doğuyordu. Zira aşinası olanlar biliyordu ki bu
sahnelerde konuk sanatçılara da rol veriliyordu.
Hülasa, 'Güldür Güldür ve Çok Güzel Hareketler
Bunlar...' Diğer tiyatrolar da karizmatik adayları pekala kendileri arayıp
bulabilir. Mesela Şahan GÖKBAKAR, 'Recep
İVEDİK' serisiyle, Cem YILMAZ da
ilk göz ağrısı 'G.O.R.A.'nın yeni
versiyonlarıyla yola devam
edebilir... Demem o ki, sahne sanatlarının her türlüsüne ziyadesiyle bayılıyorum.
Oyuncular kabiliyetli, replikler de orijinal olunca! Yoksa insan, kendisini
realizmin kollarına bırakıp gerçeği bütün çıplaklığıyla anlatmaya kalksa ne
kadar da yavan olurdu, değil mi?